Renal Transplantasyon Tedavisi
Farmakolojik immünosupresyonun gelişimi, 1959'da 6-merkapturinin bağışıklık tepkilerini azalttığı ve tavşanlarda deri allogreftlerinin sağkalım süresini uzattığının gösterilmesiyle başlamıştır. Daha sonra 1960 yılında 6-merkapturin türevi olan azatioprinin keşfi ve bununla bağlantılı olarak da 1966'dan 1978'e kadar yüksek dozda prednizolon, geleneksel immünosüpresif tedavinin temelini oluşturmaya devam etmiştir. Siklosporin, IL-2 sentezini inhibe eden ve sitotoksik T hücresi olgunlaşmasını azaltan bir KNİ'dir.
1978 yılında siklosporin ile klinik çalışmalar başlatılmış ve 1982'den itibaren immünosupresif rejimlere dahil edilmesiyle dünya geneline yayılmıştır. Daha sonra, siklosporinden 100 kat daha güçlü bir KNİ olan takrolimus, akut organ reddinde azalma, greft sağkalımında iyileşme sağlamış ve bakım standardı haline gelmiştir. Yakın zamanlarda, farklı etki mekanizmalarına sahip bir dizi yeni tedaviler kullanılmaya başlanmıştır. Bunlar arasında mikofenolat mofetil gibi antiproliferatif ajanlar, mTOR inhibitörleri, interlökin-2 (IL-2) inhibitörleri ve birçok biyolojik ajan yer almaktadır (Shrestha et al, 2015).
Nakledilen organın işlevselliğini sürdürmek için yapılan immünosupresyonla doğrudan ilişkili olan önemli derecedeki mortalite yükü ile birlikte, organ reddi ve immünosupresyonun olumsuz yan etkileri arasındaki dengeyi korumak zordur. İndüksiyon tedavisi gibi girişimler potansiyel toksik ajanlardan kaçınmayı sağlarken, aynı zamanda farklı immünosupresyon seçenekleri de tartışılmaktadır.
https://www.medthority.com/transplantation/transplantation-overview/#tab-4